Yeryüzündeki Türklerin büyük bir kısmını teşkil eden Uygurlar hakkında ne yazık ki pek fazla malumat yoktur. Bunun en büyük nedenlerinden biri, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Uygurca kitap, gazete ve sair türden ürünlerin yayımını engellemesidir. Dolayısıyla, Türk dünyasında edebiyatın gelişimi içinde Uygur edebiyatının etkisi son derece mahdut, kısıtlı kalmıştır. 1930’larda Kazakistan’dan Doğu Türkistan (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) a yapılan göçler sayesinde çok sınırlı ve dar bir etkileşim olduysa da, edebiyatların kaynaşması açısından asla yeterli düzeyde değildir.
Başta Kazak bilim adamı Şokan Velihanoğlu olmak üzere, V.Rodlof, S.Pozdiyev, S.Malov, A.Kaydari gibi bilim adamlarının eserlerinde Uygur tarihinin özellikle son 2000 yılı etraflıca aydınlatılmaya çalışılmıştır. Tarihçilerin çoğu, Uygurların milattan sonraki ilk bin yılın sonunda Tarim çevresi ve Jonğariya’da yaşadıklarını kesin bir dille ifade ediyorlar. Asıl gelişimi bu süreçte cereyan eden Uygurlar’da demircilik, ağaç ve taş süslemeciliği de gelişmiştir. Uygurlar, kendilerine ait bir alfabe geliştirmiş olup bu alfabe, Moğollar ve Mançurlar tarafından da kullanılmıştır. Uygurlar özellikle İslamiyet dönemine kadar bu yazı ile çok sayıda eser bırakmışlardır. Türk dünyasının ortak şaheserleri olarak sayılan Yusuf Balasagun’un “Kutadgu Bilig” (Mutluluk Bilgisi) ve Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat’it Türk” (Türk Dili Sözlüğü) gibi bin yıl öncesinde eşine dengine rastlanmayan eserlerinin diğer lehçelerdense Uygur Türkçesi’ne daha yakın oluşu bu lehçenin gelişmişliğinin bir kanıtı olarak alınabilir.
Kubilay Han zamanında Uygur alimleri Konfüçyizm ve Budizm’le ilgili tüm dini kitapları Moğol ve Türk dillerine çevirmişlerdir. Uygur edebiyatının kendine has koşullar altında gelişen özgün devri; 17.-18. yüzyıllar arasında Hırkati, Zaleli, Naybeti gibi şairlerin eserleriyle başlamıştır. Ardından gelen Molla Şakir, Sadır Pehlivan gibi isimler döneminde ise daha çok toplumsal olaylara yer verildi. Yeni dönemin en güzel eserleri ise Bilal Nazım’ın eserlerinde bulunabilir. Onun neredeyse bütün eserlerinde Uygur Türklerinin bağımsızlığa duyduğu özlem ve Çin zulmüne gösterdikleri tepkiler anlatılmaktadır.
“Arasına girip fakirlerin azap çeksem ne saadet,
Sırtlayıp yükünü halkın Kaf dağından geçirsem.”
dizeleri ona aittir ve onun halkı için yaşayan bir şair olduğunu açıkça göstermektedir. Fakat Bilal, yalnızca siyasi olaylardan değil Dünya’nın faniliği gibi konulardan da bahseder:
“Dudu kuşu gibi senin başındaki devlet de gider.
Ne kadar zorlansan da, korkma! Bu kara günler geçer,
Ey insan, hep bağışla, çünkü baştan çok söz geçer;
Bu ömürse hızlı koşan at gibi hepsinden hızlı geçer.”
Bilal Nazım aynı zamanda eşi az bulunur içtenlikte aşk şiirleri de yazmıştır:
“Muska yapıp, bir tel saçını sonsuza dek takayım,
Çok az kaldı kopmasına gümüş ipi takatin…
Rüstem gibi kamçılarım Burak’ını gönlümün…
Ay yüzlü, yıldız gözlü meleğim…
Yorulsa da, çıkarmaz elinden dizginini ümidin,
Şahların tattığı şaraplardan da lezzetlidir gözlerin.”
Çalışkanlığı ve yeteneği sayesinde birçok devletler kurup yıkan Uygur Türkleri, ne yazık ki iç birliklerini tam anlamıyla kuramamışlar ve bu da onların zaman zaman Çin ve Moğol yönetimi altında yaşamalarına neden olmuştur. Özellikle Sovyet lideri Stalin zamanında yapılan zulümler ve günümüzde de Çin Halk Cumhuriyeti tarafından devam ettirilen akıl almaz uygulamalar (zorunlu kürtaj, dini değerlere yönelik aşırı saldırılar, altmış milyon Uygur Türkü’ne terörist muamelesi yapılması vs.) edebiyat dünyasında yankılanarak, gözleri kör edecek kadar parlak bir gerçekliğe ve kulakları sağır edecek kadar yüksek bir çığlığa, tiz bir haykırışa, acı dolu bir ağıta dönüşmüştür.
Her şeye rağmen, Uygur edebiyatı ile ilgili yapılan araştırmalar, ne yazık ki,s son derece kısıtlı ve yetersizdir. Ünlü dilbilimci A.Haydari’nin Uygur Edebi Dilinin Tarihi adlı kitabı Türkoloji’de büyük yankılar uyandırmıştır. Aynı zamanda, T.Talipov ve K.Sadakasov’un Şimdiki Uygur Türkçesi başlıklı çalışmaları da bugün Doğu Türkistan’da ders kitabı olarak okutulmaktadır. Güçlü bir geleneğe ve uzun bir geçmişe sahip olan Uygur edebiyatı ilerleyen yıllarda kirişinden fırlayan ok gibi ilerlemeye hazır gözükmektedir. Unutulmamalıdır ki, bizzat ulu önder Atatürk’ün çalışmalarıyla Uygur medeniyetine atıfta bulunarak o kökten türetilen “uygarlık” sözcüğü, Uygur Türkleri’ne tam anlamıyla yakışan bir sözcüktür ve Uygur Türkleri edebiyatlarını tüm Dünya’ya tanıtma yolunda hızla ilerlemektedirler.
Tebrikler Serhan.
YanıtlaSil