Ana içeriğe atla

Enerji, Kıbrıs'ta Çözümün Sebebi Değil Ödülü Olmalı



Doğu Akdeniz’de keşfedilen önemli hidrokarbon rezervleri, Kıbrıs sorununun çözümü için önemli bir fırsat yaratmış olsa da, gelinen noktada enerjinin, Kıbrıs sorununun çözümüne tek başına yetmeyebileceği görülüyor. Bu durumun oluşmasında, tarafların karşılıklı pozisyonlarının, siyasi ve ekonomik olarak hala ‘sürdürülebilir’ olması ve Kıbrıs’ın bölünmesine sebep olan şartların tam anlamıyla ortadan kalkmamış olması etkili. Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin yıpranması ise diğer önemli sebepler arasında.

İsrail-Lübnan-Kıbrıs-Mısır dörtgeninde keşfedilen önemli hidrokarbon rezervleri, 60 yıllık Kıbrıs’ın taksimi meselesinin çözülmesinde yeni ve olumlu bir parametre olarak ele alınmakta. Gerçekten de bu proje, muhtemel bir çözüm sayesinde, hem ada halklarının, hem de bölge ülkelerinin refahına ve aralarındaki işbirliği ortamına önemli katkı yapabilecek ekonomik değere sahip. Ancak, bölgesel sorunlar yüzünden, siyasi yapılabilirlik açısından zayıf kalmakta. Çünkü Kıbrıs sorunu, Doğu Akdeniz jeopolitiğinin ‘sabit’ değişkenlerinden biri.

Sık sık adadaki çözümsüzlüğün müsebbibi olarak gösterilen Rauf Raif Denktaş’ın 2012’deki ölümünün üzerinden beş yıl geçmesine rağmen, Kıbrıs sorununun hala çözülememiş olması, çözümsüzlüğün kişilerden ziyade yapısal sebeplerden kaynaklandığını gösteriyor. Bunların ilki, Rum tarafının pozisyonunun ciddi hiçbir siyasi ve ekonomik bedel üretmiyor olmasının, Türk ve Rum tarafları arasında yarattığı asimetri. İkincisi, Türkiye açısından, çözümü zorlayan siyasi motivasyonun zayıflamış olması. Üstelik, Kıbrıs sorununu yaratan şartların bütünüyle ortadan kalkmadığı da söylenebilir.

Rum tarafı, Kıbrıs sorununda Türk taraflarına (Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) karşı uzlaşmaz tavrını ve aşırı toprak isteklerini yıllardır sürdürüyor olmasına rağmen, uluslararası toplum nezdinde hiçbir ciddi bedelle karşılaşmamakta. Türklerin “evet”, Rumların “hayır” demesine rağmen, AB tarafından verilen hiçbir sözün tutulmadığı 2004 Annan planı referandumu bu durumun en iyi örneği.

Kasım 2016’da yapılan ve çözüm konusunda her kesimi umutlandıran Mont Pelerin görüşmelerinin de, Rum tarafının aşırı toprak talepleri sebebiyle çökmesine rağmen, Rum tarafı ne AB ne de başka bir uluslararası aktör tarafından eleştirilmekte. Dolayısıyla, Rum tarafının, görüşmelerden istediği sonucu alıncaya kadar, aşırı isteklerinde diretmesini önleyici hiçbir sebep, ödeyeceği hiçbir bedel bulunmamakta ve bu da, Rum tarafını, görüşme masasına hep yüksek taleplerle oturmak konusunda cesaretlendirmekte.

Türkiye açısından ise, Kıbrıs sorununun çözümünü gerektiren en önemli siyasi motivasyon kaynağı, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakereleriydi. Fakat, ilişkilerin geldiği nokta itibariyle, Türkiye-AB ilişkilerinde o denli büyük sorunlar oluştu ki, görüşmelerde Kıbrıs konusu alt sıralara düşmekte. Tersten bakıldığında, birkaç yıl öncesine kadar, Kıbrıs sorunu çözüldüğünde Türkiye’nin AB üyeliği yolunda önünün açılacağı yorumu yapılabilirdi. Ancak şu anda, Türkiye-AB ilişkileri, Kıbrıs sorunundan neredeyse tamamen bağımsız bir şekilde kötüleşmekte. Türkiye’de Kıbrıs sorununun çözümü için gereken siyasi motivasyonu sağlayan AB'ye üyelik iştiyakına paralel şekilde, Türkiye’nin siyasi motivasyonu da azalmış durumda. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin dış politikada ödemekte olduğu toplam siyasi maliyet içerisinde, Kıbrıs meselesinin yarattığı maliyetin oransal olarak azaldığı bir ortamda, Türk taraflarının pozisyonları da, nispeten daha katlanılabilir bir hal almış durumda.

Üstelik, taraflar arasında Kıbrıs’ın taksimi meselesini yaratan şartların da önemli bir kısmı varlığını sürdürmekte. Kıbrıs Barış Harekatı, temel itibariyle Türkiye’nin hem Yunanistan’a karşı askeri caydırıcılık tesis etme mecburiyetinin, hem ülkenin güney sahillerinin güvenlik altına alınması ihtiyacının, hem de Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımı konusunun bir ürünüydü.[i] Anılan her üç sebep de siyaset ve güvenlik temeline dayanmakta ve yine her üçünde de Türkiye ve Yunanistan arasındaki sürtüşmelerin hala sürdüğü görülmekte. Dolayısıyla, Kıbrıs Barış Harekatı’nın Türkiye’ye sağlamış olduğu faydalara, ne yazık ki hala ihtiyaç duyulmakta.

Enerji ise, bu resimde çözümün muhtemel ekonomik faydaları arasında yer alıyor. Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde, Leviathan ve Tamar sahalarına ek olarak, Aphrodite sahasındaki doğalgazın da en ekonomik ve makul şekilde değerlendirilmesi kolaylaşacak. Hatta belki, çözümün ortak inşası kapsamında Aphrodite sahası, tarafların ortak yatırımlarına da konu olabilecek. Ancak, bu mutlu tablo, Kıbrıs sorununun çözülememesi yüzünden, gerçekçilikten uzak kalmaya devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Mayıs 2014’teki Kıbrıs ziyareti de, bu durumu değiştirmeye yetmedi ne yazık ki.

Enerjinin, Kıbrıs sorununu tek başına çözmeye yetmeme ihtimali ise, temel olarak, bölgesel jeopolitik kapsamında, siyasetin mi yoksa ekonominin mi önde geldiğiyle yakinen ilintili. Türkiye, yakın tarihinde ilk kez bu kadar ciddi beka sorunları yaşarken, içeride ve dışarıda güvenlik, sağlanması gereken bir eksiklik durumundayken, askeri-siyasi mecburiyetlerin, ekonomik ihtiyaçlara baskın çıkması çok doğal bir durum. Diğer bir deyişle, Kıbrıs sorununun çözümü, yine askeri ve siyasi gerçekçilik penceresinden gerçekleştirilmeli ve çözümün muhtemel ekonomik faydaları konusunda en iyisi umulmalı. Çünkü sadece müstakbel ekonomik çıkarların şaibeli cazibesinin, Kıbrıs’ta çözümü sağlamayacağı görülmekte.

Enerji temelli refah iştahıyla birleşmiş bir Kıbrıs'ta, bir an için enerjiyi denklemden çıkaralım. Enerjinin getireceği ekonomik refahın, bölgenin enerji rezervleri tükendikten sonra veya muhtemel bir fiyat düşüklüğü döneminde sürdürülemediği bir ortamda, bugün çözülmeden üstü örtülen askeri ve siyasi kaygıların, ileride tarafları tekrar ve belki çok daha kötü bir şekilde karşı karşıya getirme ihtimali olduğu göz ardı edilmemeli. Bu sebeple, Kıbrıs'ta kalıcı istikrarı hedefleyen çözümler, ekonomik temelli değil, askeri-siyasi temelli bir uzlaşmaya ve ortak yaşam arzusuyla bir araya gelme fikrine dayanmalı.

Kısaca, enerji, Kıbrıs sorununun çözülmesine tek başına yeterli değil. Bu yüzden enerji, Kıbrıs sorununda çözümün sebebi değil, ödülü olarak görülmeli.

Aslı için: Enerji Panorama


[i] Mustafa Kibaroğlu, “Ege-Doğu Akdeniz Denkleminde Kıbrıs’ın Stratejik Konumu ve Annan Planı”, Mülkiye Dergisi, Cilt 28, No 242, Kış 2004.

Yorumlar

Çok Okunan | Most Read

Ege’deki Enerji Tesislerimizi Kıbrıs’taki Askerimiz Koruyor

Türkiye, denize kurulacak ilk rüzgar enerjisi santralini, Ege kıyılarının kuzey kesiminde veya Trakya’nın Karadeniz kıyılarında inşa etmeyi tasarlıyor. Bu sebeple, özellikle kuzey Ege’de yoğunlaşan enerji tesislerimizin güvenliğini tekrar gözden geçirmenin tam zamanı. Bunu gerekli kılan başka ek sebepler de var. Türkiye’nin yoğun dış politika gündemini ve askeri operasyonlarını fırsat bilen Yunanistan’ın, Ege’de mütecaviz girişimlerini sıklaştırması ve ısınan doğu Akdeniz jeopolitiği, Ankara-Atina arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen unsurlar. Ankara’nın Vaşington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozuk olması da, Atina’nın elini güçlendiriyor. Daha fazla enerji yatırımının kuzey Ege’de toplanması ise, halihazırda Yunanistan hava kuvvetlerinin tehdidine açık olan kritik enerji altyapımızın oranını artıracak. Bu durumu engellemek için Türkiye’nin elindeki en büyük imkan ise, Kıbrıs’ta konuşlu Türk askeri.

Litvanya'da Bir Türk İli: Trakay

Karayların, ya da diğer bir deyişle Karaim halkının, yaşadığı yer hem anayurttan hem de Osmanlı arazisinden çok uzaklarda bir Türk ili. Baltık ülkelerinden Litvanya'nın başkenti Vilnüs'e 35 km uzaklıkta 5.400 nüfuslu bir cennet köşesi olan bu diyar, Musevi olan Karay Türklerinin Litvanya'daki başkenti konumunda. Karay Türkleri, 1397-1398'de Litvan Dukası Vytautas tarafından Kırım'dan getirilmişler ve Vytautas'ın gayri resmi başkenti olan Trakay'a yerleştirilmişler. Kaynaklara göre Vytautas, 14. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiş çok kanlı bir savaştan sonra Karayların savaşçılığını çok beğenmiş ve özel muhafızı olmaları için onları Trakay kalesine yerleştirmiş.Tarih boyunca Rusya, Almanya ve Lehistan (Polonya) üçgeninde birçok sıkıntılar çeken Karaylar'ın nüfusu 18. yüzyıl başlarında bir ara 3 aileye kadar düşmesine rağmen bu uzak akrabalarımız kendilerini toplamayı başarmışlar ve her türlü badireleri atlatarak şu anda sadece Trakay da bile 300 civarınd

Türkiye-ABD Gerilimi ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında, ikili ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden biri yaşanmakta. Yakın bir zamana kadar birçok konuda anlaşabilen ve birbirlerini “stratejik ortak”, “müttefik” gibi sıfatlarla niteleyen iki ülkenin ilişkilerinin hızla bozulmasının, hatta karşılıklı başkentlerdeki vize işlemlerini durdurma noktasına gelmelerinin altında yatan birçok sebep var. Küresel sistemin hala en güçlü aktörü olan ABD ile yaşanan gerilimin, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa ve uzun vadede ne anlam taşıdığının tetkiki ise, sıklıkla gözden kaçırılmakta.